Etiketler

Bu Blogda Ara

14 Mart 2016 Pazartesi

A Ay


Yönetmenliğinin yanı sıra yapımcılığını ve senaristliğini de üstlendiği A Ay, Reha Erdem’in ilk uzun metraj filmi. 1988 yılı yapımı film siyah-beyaz.. Filmin siyah-beyaz oluşunun sebebini yönetmen “A Ay siyah-beyaz olmalıydı, çünkü bir filmi gerçeklikten koparmanın en kolay yolu o.” sözleri ile açıklamaktadır.

Konusunu kısaca özetlemek gerekirse, Yekta 11-12 yaşlarında anne ve babadan mahrum bir kız çocuğudur. Eski köşkte yaşamdan çok ölümün ve hatıraların eşliğinde günlerini geçiren Yekta, geceleri annesinin boğazdan kayıkla geçtiğine inanmakta ve her gece annesinin odasının penceresinde o anı beklemektedir. Film Yekta’nın düşsel yolculuğunda geçer.

İlk sahnesinden itibaren izleyiciyi görsel ve işitsel bir şölenin içine çekmeyi başaran filmde kimi zaman tiyatro salonunun büyülü atmosferinde uzar replikler.  Başından sonuna kadar en olması gereken yerlerde bir konser salonuna dönüşen film, Vivaldi ile farklı bir boyuta bürünür. Bazen bir romanın sayfalarında kaybolan seyirci en çok da imgelemi bol bir şiirin dizelerinde gezer bu filmde…

A Ay, her ne kadar 1988 yılı yapımı olsa da, döneminden bağımsız olarak kendi zamanını oluşturuyor. Bunu yaparken siyah beyaz olmasının yanı sıra kişi isimleri, kıyafetler, dil araç olarak kullanılıyor. Eski, henüz tamamlanmadan yıpranmış, döşemeleri kalkmış, çoğu bölümü kullanılmayan metruk bir atmosfere sahip köşk ile birlikte düşünüldüğünde zamandaki başkalaştırma son derece başarılı bir şekilde filmi gerçeklikten farklı bir özgünlüğe kavuşturuyor.

Filmin zaman ve mekân açısından oluşturulan bu atmosferinde karakterlerin de etkisi hiç şüphesiz büyük.

Yaşam ile ölüm arasında asılı kalmış Sırrı Bey evin babası olsa da Sırrı Bey olarak anılmaktadır. Konakta yaşayan Nükhet Seza Hala hiç evlenmemiş -ki adada yaşayan Neyyir Hala da evlenmemiştir- ömrünü Sırrı Bey’e, konağa, en çok da hatıralara, hikayelere bağlamış ve gerçekle arasındaki perdeyi aralama gereksinimi duymamış bir karakter olarak karşımıza çıkmaktadır. Anlattığı yaşanmış hikayelerdeki gariplikleri sorgulamadan kabullenişi, yanlışların farkındalığında olmayışı izleyiciyi şaşırtacak boyuttadır.

Neyyir Hala ise Nükhet Seza’nın aksine tüm bu tersliklerin farkındadır. Nitekim Nükhet Seza’nın anlattığı hikayelerden anladığımız kadarı ile Sırrı Bey Yekta’nın babasıdır. Neyyir, babasının günahlarından dolayı yaşam ile ölüm arasında asılı kaldığını, Yekta’nın O’nun günahı olduğunu söylerken, Nükhet Seza bu durumu inkar etmektedir.

Adada bir evde yaşayan ve İngilizce öğretmenliği yapan Neyyir köşkle, yaşananlarla, hatıralarla ilişkisini kesme adına yoğun çaba sarf etse de Yekta’ya olan düşkünlüğü ve onu bu atmosferden kurtarmak isteyişi sık sık köşke gelmesine sebep olmaktadır. Neyyir, Yekta’yı köşkün sağlıksız atmosferinden koparıp yatılı okula yazdırmaya ve kendi yanına almaya çalışmaktadır. Ancak hayatla tek bağı geceleri kayıkla geçen annesini görmek olan Yekta için bu, kabul edilebilir bir teklif değildir.

Köşkte yaşayan bir diğer canlı ise Yekta’nın martısıdır. Kuş evde, odalarda gezmekte ve filmde oluşturulmak istenen gerçek dışılığa başarılı bir şekilde hizmet etmektedir.

Köşkte göze çarpan bir diğer detay her tarafında saatlerin olması ve seslerinin sürekli duyulması. Saatler ve sesleri hem zamansızlığa nispet olmakta, hem de mekanda süren hayatın gerilimini izleyiciye hissettirmektedir. Bir sahnesinde saat başı çalmaya başlayan saat takılıp susmayarak köşkte yaşayanların da zamanın bir diliminde takılıp kaldıklarını çağrıştırmaktadır. Yine bu sahnede Nükhet Seza’nın takılan saatin farkında olmayışı, sesinden rahatsızlık duymayışı kendisine ilişkin olarak belirttiğimiz ruh halinin en güzel tezahürüdür.

Her gece saat 23’te Yekta pencereden bakmakta, bir ışık hüzmesi yüzünü aydınlatarak geçmekte ve annesini görmüş olmanın verdiği mutluluk bir daha görememe ihtimalinin oluşturduğu tedirginlik ile birlikte Yekta’nın gözlerinde gezinmektedir. Filmdeki bu sahneler son derece başarılıdır ve yer yer Tarkovski sinemasının şiirselliğini çağrıştırmaktadır.

Neyyir Halanın Yekta’yı gerçek hayata bağlama çabasında zannedersem kendi bağlarının sorunları kendini göstermektedir. Arkadaş olarak tanıştırdığı Nuran da gerçek hayatla sorunları olan, batıl inanışları güçlü bir çocuktur. Çocuk yüzlü martının fotoğrafını çekmeye çalışmak dışında bir uğraşı yoktur. Bu arada Nuran’ın aradığı çocuk yüzlü martı resmi manastırda Yekta’nın karşısına çıkacaktır.

Yine Neyyir Halanın ezberlettiği William Blake şiiri Yekta için travmatik etkiler yapabilecek sözlere sahiptir ki şiiri durmaksızın defalarca okuyup kontrolden çıkışında olumsuz etkilendiğini görmekteyiz. Burada şiirin çevirisine göz atabiliriz:

Annem sızlandı! Babam ağladı.
Tehlikeli bir dünyaya atıldım:
Çaresiz, çıplak, kulakları sağır eden cırtlak sesimle
Bir şeytan gibi, arkasına saklanmış bir bulutun.

Çırpınırken babamın ellerinde
Kundak bezinden kurtulmaya çabalarken
Bağlı ve yorgun, düşünebildiğim en iyi şey
Küsmek annemin memesine.

Yekta’nın ada ziyaretlerinde iki kişi dikkat çekmektedir. İlki terkedilmiş manastırın bekçisidir. Annene inan der Yekta’ya. Rüya tabir ettirme merakında olan Yekta’ya rüya rüyadır. Sebebini anlamını sorma, rüyada gördüğün kuş rüyada gördüğün kuştur türünden nasihatler da verir ki bunlar filmdeki gerçeklik sorgulamasında köşe taşlarıdır. Filmin sonundaki tiradıyla izleyiciyi büyüleyen Münir Özkul’un canlandırdığı karakterin okuduğu Edip Cansever İtalyanca şiirinin çevirisi, Neyyir Halanın birdenbire çığlığıyla örtüşmektedir:

birden bire
her şey pespayeleşti
birden bire, pespayeleşti
birden bire
pespayeleşmişti
kumsaldaki gezintiden bu yana
artık önceki gibi değil
eller kendi şekillerinde taşlaşmış
ay çürümüş
kalan her şey bir tek çizginin üstüne çekilmiş
bütün nesneler
o, o kalmış
sadece o, büyüyen korku kalmış...

Adadaki bir diğer karakter sokak satıcısıdır. Kağıda çizilen bir daire görüntüsü, ardından Yekta ile sokak satıcısının konuşması ki bence filmin en önemli sahnelerinden biridir. Muhtemelen bir yol tarifi… Adayı çevreleyen yol... “Daire yani buraya çıkar yani kendine çıkar yani bu yol çıkmaz kendi etrafında döner durur bu yolun başıysa aynı zamanda sonudur da ama yolu bırakır tepeye vurursan o zaman başka..” Hayat ve insanın yolculuğu daha güzel tarif edilemezdi herhalde.

Yekta’yı hayal dünyasından koparmaya çalışan Neyyir, annesini gördüğü odayı kilitler, o gece Yekta annesini göremez. Sonrasında Nükhet Seza Hala kapıyı kırsa da artık anne gelmeyecektir. Bunun üzerine Yekta annesine gitmeye karar verir ve kayıkla denize açılır. Bu yolculuk aynı zamanda Yekta için bir değişimin başlangıcı olacaktır. Bununla eş zamanlı olarak evdeki martı ölür. Filmde martı metaforu sıkça kullanılmıştır. Martı ölüsü Nükhet Seza tarafından görülmüş ancak atılmayıp, öylece olduğu yerde bırakılmıştır. Bu, konağın ve karakterin genel özelliğini vurgulamak bakımından önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder